Gürani Doğan Web Sitesi


 Ana Sayfa

 Biyografi

 Kitaplar

 Zakirlik

 Söylenceler

 Linkler

 İletişim
 

 Kamışlı Köyü
 

 Tarih

 Kültür

 Şairler

 Ziyaretler

 Söyleşiler

 Soy Ağacı

 
Fotoğraflar
 
 

 

Geleneklerimizden Kısa Kısa

Kurt Ağzı Bağlamak

Hayvanlarından biri gelmeyen bir kişi gelir bu işi bilen birisine söyler. Tahminen kaybolduğu yeri bildirir. O kişi aklınca genişçe daire çizer bir bıçak alır. Kurandaki Şems suresi ayetini 3 defa okuyarak kapatır. Kaybolan o hayvanı kurt görse bile yiyemeyeceğine inanılır.

Sırayla Köy İşleri ve Eskiden Söylenilen Takvim

O günleri sorduğum yaşlı ya da orta yaşın üstündekiler, »Neydi o günler« diye başlıyor ve ekliyorlar, »Kalıçla ırgatlık, Ağustos sonlarına kadar harman, derelerden tepelerden içmeye su çekmek, kar yağıncaya kadar tarla sürmek, Mayıs ayına kadar kış, kar,« diyerek, o günlerin zorluklarını dile getiriyorlar.

Kış boyu sadece ahırdaki mal ve davar ya da tavuklarla uğraşılır.

Mart ayında, koyunların, keçilerin yavruları olur. Tarlaları gübreleme,, bağ bahçe işleri, sebze ekme.

Nisanda, kavun karpuz ekme, nohut gibi ekim işleri.

Mayısta, çapa, bağ belleme, ilaçlama, tarla, herk işi biter.

Haziranda, son ilaçlama, gübre, ırgatlık, yani orak zamanıdır. Arpalar biçilmeye başlar.

Temmuzda, kışlık yiyecekler, bulgur, yarma, fasulye gibi kurutulabilen kışlıklar hazırlanır.

Ağustos harman zamanıdır ama günümüzde Ağustosa harman kalmıyor. Biçerdöver günümüzde birkaç günde bitiriyor işi. Harmandan sonra kışlık yakacak ve yiyeceklerin hazırlığı yapılıyor.

Eylül de bağ bozumu, bahçelerin bozulması olur.

Ekimde tarlalara buğdaylar ekilir.

Bir Gündeki Vakitler

Horoz ötümü, şafak vakti, gün doğumu, kuşluk, öğlen, ikindi, akşam, ay doğumu.

Eski Takvim

Koç katımı: Kasım başından 13’üne kadar.

Son yaz: Kasım ve Aralık ayının sonu.

Son güz: Kışın başlangıç günleri.

Karakış: Kışın iyice bastırdığı günler.

Zemheri: Kışın en yoğun olduğu günler kış avaralığı, soba başı sohbetleri, kadınların çorap, kazak veya yün eğirme işleriyle uğraştığı zamanlar.

Zemherinin on beşi: Miladi takvime göre, Ocak aylarının sonları ya da kışın yarısı olarak hesaplanır.

Gücük: Şubat ayı içerisinde bir zaman dilimi.

Mart dokuzu: Şubat ve Mart ayının 21’ine kadarki zaman. Kalleş olarak beklenir. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır sözü zamanıdır. Soğuklar ya da kar her zaman beklenir.

Gavur küfrü: Yaklaşık Nisan sonu Mayıs ortaları.

Gavurun Küfrü Söylencesi: Köyün birisinde Müslüman olmayan bir kişi varmış. Samanı çokmuş ama ihtiyacı olan isteyenlere de vermemiş. Havalar iyice ısınıp hayvanlar dağa çıkmaya başlayınca, bakmış saman çok var. Saklasa bozulacak. Hayvanlar da dağda yayılmaya başlayacak. Komşuları çağırıp onlara dağıtmış. Birkaç gün sonra bir kar, bir fırtına başlamış. Köyün mal davarı haftalarca dışarı çıkamamış. Komşularda saman var ama o kişide saman yok. Onun için tüm hayvanları ölmüş, komşularınkiler kurtulmuş. O kişi bir gün çıkmış sokağa, hem küfür edermiş komşulara hem de »Sakla samanı gelir zamanı« diye söylenirmiş.

Gündönümü: Haziranın 21’inden itibaren günler kısalmaya başlar. Soğuk günler bitmiş kış tehlikesi artık kalmamıştır.

Hayırlı Veya Hayırsız Kabul Edilen Günler

Yola çıkma, bir işe başlama, önemli bir girişimde bulunma olaylarında devamlı iyi gün kötü gün diye ayırırlardı.

Pazar ve Pazartesi: Allahın dünyayı yapmaya Pazar günü başladığı, Cumartesi bitirdiği inancı kabul edilir. O yüzden Pazar ve Pazartesini kutlu gün yani iyi gün kabul ederler.

Salı günü: İyi gün olarak görmezler. Eskiden köyün yaşlı kişileri, »Elinizden gelirse Salı günleri evden dahi çıkmayın« derlermiş.

Çarşamba, Perşembe; Hz. Muhammet’in Miraca gittiği gün olarak kabul edilir. Yapılacak işler varsa başlanır.

Cuma ve Cumartesi; Her hangi bir işe başlamayı uğurlu saymazlar, yani iyi kabul etmezler. Cuma günü ibadet günü ve daha çok, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün olarak kabul edilir. Hiç iş yapmazlar. Başlanılan işler dahi o gün bırakılır yapılmaz, tarlada çift dahi sürülmezmiş.

Geleneklerimizden Gözüme Takılanlar

Geleneklerimiz çevremizdeki köylerden birçoğu ile aynıdır. Başta da belirttiğim gibi çevremizdeki köylerin 6 tanesi Salmanlı Aşiretindendir.

Eski den yaşlıların söylediklerine göre:

Sabah, Balım Sultan, öğlen ikindi arası, akşamüzeri, Celal Abbas, akşam ise Abdal Musa gezer imiş.

Bu vakitlerdeki istekler dilekler ya da edilen yeminler onların isimlerine yapılır.

Sonbaharda kavaklar yapraklarını dökmeye, üst taraftan başlarsa, o yıl kış çok sert olur, uzun sürer derler.

Akşam yıldızı, doğudan güney tarafına doğru giderse kış çok olur. Eğer batıya doğru giderse kış hafif geçer, diye fikir yürütürler.

Güvercin uğurlu, turna sevilen hayvandır. Keklik pek sevilmez. Kınalı kekliğin Kerbela’da Hz. Hüseyin’in kanına ayaklarını batırdığı söylencesi vardır. Tavşan uğursuz bir hayvan olarak kabul edilir. Bir iş yapmaya giderken tavşana rastlanırsa o işin olamayacağı yorumu yapılır. Tilki uğurlu hayvan olarak kabul edilir.

Harmandan kalktıktan sonra ilk iş, buğdaydan olan kışlık yiyecekleri hazırlamak olur. Bunlar da, yarma, bulgur, tarhanalık, düğürcek gibi yiyeceklerdir. En önemlisi soku dövmek ya da seten çekmek de denilen araçlarla kaynatılmış ve kurutulmuş buğdayları kepeklerinden ayırmak. Seten denilen taşın yuvasında buğdayları ezmesi için hayvan kullanıldığı için pek dikkat çekmez ya da folklorik yanı pek yoktur. Ama el taşında çekmek önemlidir. El taşı denilen usul şöyledir: Alta ve üste konulan taşların üsttekinin tutacak yeri, ortasında buğdayları koymak için delik vardır. Tutacak yerinden 3 ya da 4 el aynı anda üst üste tutacak şekilde uzundur ve yapabilen bir kişi taş dünerken buğdayları deliğe devamlı bir eliyle boşaltır. Bir eliyle taş döndürenlerle birlik taş döndürür. Taş çektirecek evde birkaç taş birden kurulur. Komşular dayanışma amacında yardıma gelirler. Önceden haber verilir. Grup halinde oldukları için beraber türkü söylemeler, mani uydurmalar ya da şakalaşmalar bu işi bir eğlence havasına sokar.

Çayırlardan Toplanan Yiyecekler

At cırtlığı, kazankara, kuşkuş, tekercen, yemlik, madımak, keçi kulağı, hardal, cücursağı, gıcgıc, ebe gümeci.

Kışlık Kurular

Bulgur, yarma, tarhana, patlıcan, domates, fasulye, limon yerine yabani erik kurutulur. Ayrıca kayısı, armut kurutulur.

Çocuk Yetiştirme

Höllük: İnce elenerek elde edilen toprak.

Çocuk doğduğu günlerden itibaren belden aşağısı çıplak olarak bu ince ve ısıtılmış olan toprağa konularak bezlerle sarılır, üstünden de başka bir bezle kolları da sarılarak, kundak denilen durum yapılır. Bu şekilde sarmaya »sömelek« de denir.

Çocuk çişini yapınca höllük bunu emerek yok eder ve çocuğu sıcak tutar belden aşağısında pişik veya yanmalar olmaz. Günde ortalama üç defa değiştirilir. Değiştirilirken höllük yenilenir ya da duruma göre temizlenir.

Al Basması

Doğum yapan kadınların, doğum yaptıktan sonra 40 gün içerisinde rastlayabileceklerine inanılan; tabiri caizse, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, göğüsleri dizinde bir cadı kadınıdır. 40 gün geçtikten sonra bu olaydan kurtulduğunu bu durumu atlattığını söylerler. Onun için doğumdan itibaren 40 gün boyunca doğum yapan kadını yalnız bırakmazlar. Yöremizde bazı kişi ya da evlerde al kadınından alındığına inanılan bez parçaları vardır. Bu bez parçalarının olduğu eve gelemez inancı hakimdir. Sözde bu bez parçalarını alan kişi al kadınını zorda bırakarak almıştır. Al kadını da elbisesinden bir parça koparıp verir ve »Bu parçamın olduğu yere uğramam« diye söz verir. O yüzden al kadınının bez parçasını doğum yapan kadınların yastığının altına falan koyarlar.

Kurşun Dökmek

Nazar değmesine karşı kurşun dökme olayı vardır. Bir kalburun içine bir tas ya da tabak içine su konur. Su içine iğne, kenara ekmek ve süpürge çöpü bir tarak ve bıçak konur, eriyen kurşunu getirilir. Nazar değen kişinin üzeri bir çarşafla kapalıdır. Kurşun dökme tavası vardır. Uzun saplı oval bir biçimde, bu tavaya normal tuzsuz yağ konur. Kurşun içine konup ocakta alevli ateşte eritilirken fatiha ve ihlas suresi okunur. Eriyen kurşun tavasıyla tastaki suyun içine alevli bir şekilde dökülür. O kurşun şekil alır ve kurşun döken kişi kurşunun aldığı şekle bakarak, nazar değdiğini, hatta kimin nazarının değdiğini tarif eder, böylelikle o kişi iyi olurmuş.

Körkülü Yusuf Ağa Dede (Potuk Dede) kurşun dökermiş. Haydar Hocanın eşi Firdevs’e el vermiş. Firdevs de başlamış Kamışlı Köyünde nazar değdiğine inananlara kurşun dökmeye. Sonraları kızı Kevser (annem) el almış öğrenmiş ve yapmıştır. Daha sonra Cullun Bektaş’ın eşi Sultan da kurşun dökmeye başlamış. Gelenekte bu gibi şeyler soy sürer. O yüzden anneden kızına geçer. »El vermek« de denir. Kızı o işi yapan annesinin elini öpmüş ve o mesleği almıştır denir.

Yağmurun Ali’nin Garip’in eşi Leyla kurşun döküyor o da Yanıcaklı olduğu için eli Yanıcaklı Battal Ağanın karısı Haçça Anadan el almış.

Tuz Çevirmek

Gene nazar değmesine karşı başka bir yöntem:

Nazar değdiğine inanılan kişinin iyi olması için birisi eline bir tutam tuz alır. Nazar değen kişinin başı üzerinde, ihlas suresini okuyuncaya kadar çevirir. Götürüp ocak ya da sobaya, yani ateşe atar. Nazar değen kişi iyi olurmuş.

İğne Atmak

Bir kişinin her hangi bir yerine yel durması halinde ya da başı, dişi, kolu, bacağı ağrıdığında, bir tasa su konur. 3 iğne alınır, çevre köylerdeki ocak olarak bilinen (dini açıdan kutsal olarak bilinen evler) 3 yere bu tasa, hangisinin hangi yere olduğunu belirlenerek iğneler konur. Akşam konulur ,sabah bakılır. Hangi iğne pas tutmaya başlamış ya da tutmuş ise o ağrı için o köye, o ocağa gidilip ovulur.

Felçlilerde

Köyümüzde felç olma şüphesinde:

Sağ tarafı felçliler; Nesimi Keşliği Köyündeki ocağa, sol tarafı felçliler, Karkın Köyündeki ocağa giderler. Mehmandılı Arif Ağaya giden felçli başka yere gidemez diye bilinir.

Hıdrellezde Bacaya Taş Dizmek

Hıdrellez çöreği yapılır. Güneyin başı tekkesine çıkılıp orada cem yapılır. Adağı olanlar varsa getirir orada yenilir. Bunlar, halkın Hızır İlyas bayramı dediği 6 Mayıs günü yapılır.

Evden bir kişi evin bacasının etrafına evde kaç kişilerse o kadar taş dizer ve mal ya da davardan da belli olanların adına da taş dizilir. Hangi taş kimin adına dizilmişse ona dikkat eder. Hemen, ertesi sabah erkenden gidilip taşların altına bakılır. Hangi taşın altına karınca ya da her hangi bir böcek gelmişse »Devlet onun başında« denir. Yani şans ondadır derler.

Tekkeye çıkılır cem yapılırdı. Köyün genç kızları delikanlıları bir araya gelip, eğlenceler tertip ederlermiş. Örneğin anlatılanlara göre, Solağın Bacısı Ağkız’ın yanına toplanırlarmış. O da bir çömlek içine, katılanların küpe bilezik, kolye, boncuk gibi eşyalarını atar ya da bir leğene su doldurulur içine küpe bilezik kolye gibi şeylerini atar ve çiçek ile suyu doldururlarmış. Sıra ile herkes elini çömleğe sokarak bir şey çeker Ağkız da her çekilişe bir mani söylermiş.

Bir Mani Örneği

Maniyi baştan söyle
Kalemi kaştan söyle
Benim karnım acıktı
Sen bana aştan söyle

Çıkan şeylere ve manilerin anlamlarına göre gülünüp eğlenilirmiş. Gene Hıdrellezde bacadan dışarıya kaşık atılırmış. Kaşık ağzı yukarıya dönük düşerse o yıl bolluk olacağına, eğer ağzı yere dönük düşerse o yıl kıtlık olacağına işaret olarak görürler.

Çocuk Kırkı

Doğan çocuk 40 günlük olduğunda kırkını çıkarma denilen bir olay yapılır.

Elbiseleri, yatakları herşeyi yıkanır. Çocuk yıkanır ve üzerinden kalbur ile su serpilir. Suya altın küpe, yüksük gibi şeyler atılır. Serperken de 3 kez ihlas suresi okunur. Öylelikle çocuğun kırkı çıkmış olur.

Davarların Kırkı ve Yüz Çöreği

Ekim ayı sonları koç katımı zamanı olarak bilinir. Ortalama 20 koyuna bir koç hesap edilir. Davarın dölü denilen zamanda, Mart ayının sonlarına denk gelir, yani koyunlar keçiler, yani sürü kuzulamaya başlar. Nisan ayı sonlarına doğru davarın kırkı çıkarma olayı yapılır. Sürünün eve gelip yavruları annelerini emmesi için bırakıldığında, kovayla su getirilir. İçerisine kırk tane taş konur. İhlas suresi okunarak su sürünün üzerine serpilir. Buna da davar kırklamak denir.

Davar kırklama olayı olmadan önce sürünün önü kesilmez, yani önünden geçilmez.

Koç katımından zemherinin 15’ine kadar 100 gün geçer. Yani Şubat sonlarıdır. Köse oynatma zamanı gelmiştir. Köse oynar ve yüz çöreği denilen olay yapılır. Sürü sahibi kül çöreği yapar. Çobana verir. Çoban o gün bayır olan bir yerden sürüyü geçirir ve orada üst tarafa geçerek çöreği yuvarlar. Çörek hangi koyun ya da keçiye değerse onun ikiz yavrusu olacağına inanılır. Tabi ki, çöreği çoban yer.

Kış Oyunları

İnsanlar kış gecelerinde, hem ısınır hem de hoş vakit geçirmek için çeşitli oyunlar oynarlar.

Külbastı

Ocakta yanan odunların külü düzlenir (o zamanlar henüz sobanın bilinmediği dönem). Bir kişi aklından tespit ettiği kişi adına çizgi çeker, ötekiler çekilen çizgilerden birer tane seçer kendisine almış olur. Çizgiyi çizen kişi kimin şansına kimlerin çıktığını söyler. Kimisinin şansına yaşlı insanlar, kimisinin şansına eşek, köpek filan çıkar buna gülüşülüp eğlenilir.

Kül Çöreği

Meşe ağacının külü tülbende konup suda kaynatılır. Duruladıktan sonra o suyla hamur yapılır. Meşe külü kurbandan sayılır. Hamurun içine yumurta ya da süt konularak ekmeği yani çöreği yapılır.

Değirmen Çöreği

Bütün herkesin »çok tatlıdır« dediği bu ekmek özellikle değirmende yapılır. Unu olduğu gibi su ile karıp, taş üstünde sac arasında pişirilip, varsa yumurta çalar bir daha ocağa konur, gene alıp suya sokar beze sarar soğutur ve yenir, her değirmene gidenin yemek istediği bir tattır.

Pece Pece Kaç Pece

Gene ocak başlarında ısınırken oynanan oyunlardan birisi de pece pece kaç pecedir. (Pece, Baca demektir). Oynayanlardan birisi sorar. »Pece pece kaç pece?« Öteki, »Kaç oğlu var kaç kızı?« der. Soran »3 oğlu 2 kızı« der. Öteki bilecektir elbette komşulardan ya da köyden birileri sorulması yani tanıdık olması gerek. Cevap veren kişi bilmeye çalışırken, soran kişi »Atımın kuyruğu uzadı« ya da yakınlaşırsa »Atımın kuyruğu kısaldı« gibi yardımcı olur. Bilemezse, bilmeye çalışan kişi sorana, tekkelerden birisini ya da dedelerden birisini verir. Soran, »Gel yiyelim içelim sen anandan bir tavuk ben anamdan. Bir tavuk etini biz yiyelim, götünü düşmanlarımız yesin« der ve cevabını kendisi verir. Böylelikle vakit geçirilir.

Köse Gezdirmek

Köyde eğlencelerden birisi de köse gezdirmektir. Şubat ayı başlarında çobanların yaptığı bir oyun, eğlence olarak bilinir. Koyunların, keçilerin karnındaki yavruların canlanması olayı ile bağlantılı olarak düşünülür. Köse oynayacak ve hayvanların karnındaki yavrular canlanacak belki de. Davarım çoğalıyor diye bir sevinme olayıdır. Yapılışı: Akşam karanlık olunca başlar oyun. Bir çoban bol bir aba giyerek, abanın altını kalın elbise veya keçe gibi şeylerle doldurur yere düştüğü zaman hiç bir yeri acımayacak şekilde ve elbisesini zil ve çanlarla süsler. Hareket ettikçe büyük bir gürültü olur. Yanında kadın kılığına giren birkaç kuzu çobanından gelin olarak, birkaç tane genç de yüzleri siyaha boyanmış tavşan veya Arap şekilli kişi olur. Köyün gençleri ile beraber, her eve gürültülü bir şekilde varırlar. Vardıkları evin uygun bir yerinde köse oyun oynar yanındaki tavşan veya Arap kılığına girenler ve gelinler de beraber olur. Bu arada gençler yanlarındaki gelinleri çalmaya, kaçırmaya çalışır. Köse hem oynayacak, hem gelinlere sahip olacaktır. Biraz oynayınca köse kendisini yere atar, düşer bayılır. Etrafındakiler başına toplanıp ağıt yakarlar, »Kösemin gözleri humar, birin açar birin yumar, ablasından bahşiş umar, kalk gidelim küçücüğüm« diye, çeşitli manilerle o evden bahşiş isterler. Ev sahibi zaten seyir için çıkmıştır ve hazırlıklıdır. Kösenin ağzına şeker atarlar. Yağ, bulgur, soğan gibi şeyler getirir verir. Kösenin ağzına şeker verenler, yanındakilere de şeker verirler. Öylelikle bütün köydeki evler dolaşılır. Toplanan yiyeceklerle eve gelirler, orada pilav pişirip eğlencelerine devam ederler.

Çiğdem Gezdirme

Kış bitimine doğru karlar erirken çiğdemler çıkmaya başlar. Soğuk kış günlerinin, yerini güneşli günlere devretme zamanıdır. 8 ve 16-17 yaşlarındaki çocukların yaptıkları bir şeydir.

Öksüz çiğdem gezdirmek ve sarı çiğdem gezdirmek vardır. Mart ya da Nisan başlarında olur.

Çiğdem toplamaya giden çocuklar topladıkları çiğdemleri bir iğde dalının dikenlerine tek tek takarak o dalı süslerler. Ellerinde torba veya heybe ile, maniler söyleyerek kapı kapı gezerler. Mani çoğunlukla şöyle söylenir:

Çiğdem çiğdem çiçecik
Dedem oğlu göçecik
Bir verenin kızı
İki verenin oğlu olsun
Kız çatlasın ölsün
Oğlan bize yoldaş olsun

Sellali salavat, diyerek salavat getirirler.

Vardıkları ev, yağ veya bulgur gibi yiyecek verir. Topladıkları yiyecekleri bir evde pişirir yerler ve eğlenirler.

Sin Sin Oyunu

Eskiden oynanırmış. Bizim yetişme çağımızda oyun oynanmıyordu. Yöremizde eski zamanlarda düğünlerde oynanan ünlü bir oyunmuş.

Sektim Oynamak

Bir tek taş ya da bir belli yer kale olarak tespit edilir. Bir kişi ebe olarak tespit edilen yerde durur ve tek ayakla gelerek oynayanlara dokunur. Kime ayakla vurursa, vurulan kişi kaleden başlayarak sekerek gene ötekilere vurmaya çalışır. Seken kişi basarsa, gören, »Dile dile vurun« diye adını söyler, oynayanlar kaleye kadar vurarak kovalar.

Ara Gitti

Ara gittim oynamak derdik. Oynayacaklar iki grup olur. Bir taş konur ya da bir duvar köşesi tespit edilir. Bir grup tespit edilen yerle kendi aralarından ötekileri geçirmez ve ötekilere elle vurur. Elle vurduğu kişi oyun dışı kalır. Aradan geçen kişi aradan geçtiği yerden itibaren dışta olan kişileri oyun dışı bırakmış olu. tespit edilen yer ve ilk kişi arasından geçerse hepsini oyun dışı bırakmış olur ve yenmiş sayılır. Yenilen takım dizilir, ötekiler aradan geçmeye çalışır.

Aşık Oynamak

Aşık, koyun ya da keçilerin arka ayaklarının ayak bileklerinden çıkarılır.

Aşık oynayanların bir tane şaka dedikleri iri aşığı vardır. Öteki aşıkları dizerler. Belli bir mesafeye çekilirler ve dizili olan aşıklara vurmaya atarlar. Elindeki şaka ile vurduklarını alırlar. Şakaları özel biraz düzeltmeler yapılır. Atıldığında geldikleri şekle verilen isimler vardır.

Yumurta ve Portakal

Yumurta ve portakal gibi yuvarlak olanlarla oynanan oyundur. Bayır bir yerde, bir sopa engel olarak konur. Engel aniden çekilerek yuvarlanmaları sağlanır. En önde olan, yani en uzağa yuvarlanan ötekilerini alır.

Yumurta oynamak ise bildiğimiz pişmiş ya da çiğ yumurta birbirine vurularak oynanır. Yumurtası kırılan kişi yenilmiş sayılır.

Yüksük Oyunu

Bir odada oturan kişiler, ne kadar kalabalık olursa olsun, bir kişi elinde bir yüksükle, oturan herkese iki eliyle yüksüğü bırakır gibi yapar. Herkes iki elini birleştirmiş şekilde alır gibi yapar. Yüksüğü dağıtan kişi kime yüksüğü bıraktığını bildirmez. Yüksüğü alan kişi de aldığını kimseye fark ettirmez. Dağıtan kişi bir mendilin ya da benzeri bir bezin uç tarafını düğüm yaparak, bir kişiye avucunu açmasını söyleyerek vurur ve yüksüğün kimde olduğunu sorar. Vurduğu kişi, yüksüğün kimde olduğunu bilmek amacıyla, birisini söyler, eğer bilirse yüksüğü dağıtmaya başlar. Bilemezse, dağıtan kişi onun avcuna gene vurur. İddiasına birbirine sopa attırmak için devamlı bir birini söyleyen arkadaşlar vardır. Ya da hafif vuranlar sert vuranlar iddialaşır. Oyunda hoş vakit geçirilmeye çalışılır.

Tengilim

Çobanlar yerde değneklerine takla attırarak uzağa atmaya çalışır. Kimin ki daha uzağa giderse o kazanmış olur.

Irgatlık ve Harman

Irgatlık tarlalardaki tahılların biçilmesine Haziran ayı sonlarında ya da Temmuz ayı başlarında arpalardan başlanır. Çünkü arpa önce biçilme durumuna gelir. Biçilme eski zamanlarda kalıç denilen yarım ay şeklinde bıçak sapından biraz büyük sapı olan bir el aleti ile biçilirmiş deste olarak sol elle tutulur sağ eldeki kalıçla kesilir. Yığın halinde yığılır tarlada. Arpalar biçilinceye kadar buğdaylarda biçilme durumuna gelir.

Buğdaylar da eskiden kalıçla biçilirmiş. Ama sonraları tırpan denilen aletle biçiliyor. Erkekler tırpanla biçer, kadınlar biçilen buğdayları çatal denilen aletle yığın haline getirirler. Dırmık denilen aletle tarla dolaşılır. Yerde kalan buğdaylar toplanmış olur.

Bütün tarlalar biçilip, tarlada ara ara yığın halinde toplanır. Yığınların ağzı poyraza gelecek şekilde yığılır. Poyraz yeli estikçe tam olgunlaşmamış başakları olgunlaştırır. Hatta kırmızılaştırır güzelleştirirmiş. Irgatlık bitmiştir.

Harman başlayacak ama önce tarladaki tahılları getirmek için kağnıya karaçav denilen sistem kurulur. Karaçav, kağnının tahtalarının uzatılması, genişletilmesi, tarladaki tahılların çok yüklenebilmesi için ayarlanmasıdır.

Düğün

Eskiden anneler babalar oğullarının evleneceği kızı seçer tespit ederlerdi. Evlenme yaşına gelen oğlan babası çevresinde kendi evlerine uygun gördüğü kızı köyden ileri gelen ya da aile büyüklerinden birileriyle gider isterlerdi. Evlilikler daha çok yakın çevrelerden, daha da ilerisi akrabalardan olurdu. Annenin babanın seçtiği kızı evlenecek oğlanın görmesi dahi gerekmezdi. Çoğunlukla görmüyordu. Dünür giden grubun önde gelen kişisi, bir müddet sohbetten, hal hatır sorma faslı bittikten sonra »Biz hayırlı bir iş için buraya geldik. Allahın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz« der. Onlar da gönüllü ise »Allah yazdıysa biz ne diyelim« diye olabileceğini işaret ederler. Zaten önceden duyurulmuş, gelip şöyle ya da böyle kızı görme olaylarından dolayı kız evinin haberi olmuştur. O günkü konuyu da biliyorlardır. Öylece başlanılan evlendirme işleri, şerbet içme, başlık konusu, yüksük takma, nişan yapma fasıllarıyla ilerler. Eğer nişan süresi içinde kurban bayramı, şeker bayramı olursa oğlan evi gelin kızlarına hediyeler götürür. Damat kaynanasının kaynatasının elini öpmeye gider gelir.

Bu süre içerisinde düğün günü kararlaştırılmış, alınması gerekenler alınmış, hazırlıklar yapılmış, amcaya dayıya alınması gereken hediyeler hazırlanmıştır.

Bir hafta önceden düğün sahibinden bir kişi veya uygun gördüğü birisi, bütün köyü ev ev gezerek okuntu denilen bir davetiye verir. Bu eşarp, bir metre bez ya da havlu olabilir. Birinci dereceden yakınlara dayı amca gibilere, ayakkabı ya da gömlek gibi şeyler verilir. Sağdıç evi tespit edilir. Sağdıç, devamlı damadın sağında bulunan, evlilikle ilgili onu bilgilendiren kişi demektir. Ama bu değişime uğramış 1960’lı 1970’li yıllarda küçük çocukları sağdıç olarak tespit ediyorlardı. Hatırlıyorum, Yağmurun Ali’nin Hüseyin beni kucağında götürdü. Sanıyorum Havus’un eviydi. Elbise giydirdiler, hediyeler verdiler. Kucağında geri getirdi. Sonradan öğrendim, Musa Kahyanın Satılmış’ın düğünüymüş. Gelin sağdıç olan kişiye yaşam boyu »sağdıç ağa« der.

Bayrak kalkar, düğün evine bir direk dikilir. Yarım metre kadar bir yatay tahta, onun bir ucuna beyaz, bir ucuna kırmızı bez takılır. Bu kırmızının anlamı eski gelenekte kız çocuğu yetişkin olunca evlenme zamanının geldiğini belirtmedir. Kafasına kırmızı başörtüsü bağlar. Beyaz ise damat açısından aydınlık ve temizlik anlamındadır. Zaten günümüzde anlamını bileni bulmak zor. Sadece gelenekselleştiği için yapılıyor.

Bu bayrakların üstüne soğan ve elma takılır. Elma cennet taamı, soğan ise acınız tatlı olsun diye. Bunları köyün gençlerinin taş atarak düşürmesi gelenektir.

Düğün özellikle Perşembe akşamları başlar. Bayrak dikilir. Perşembe iyi gün, uğurlu olur diye bilinir. O gün akşama köy bir bir gezilip davet edilir, yemek verilir. Bayrak ekmeği diye gelenlere yemek verilir. O akşam, düğüne geleceklere çay dağıtacak kişi ve düğün kahyası saptanır.

Cuma günü, davul zurna ile düğün sahibi kadınlardan biri ve mahallenin çocukları beraber, her kapıya vararak davet eder. »Düğünümüze buyurun, Allah sizin oğlunuza kızınıza da nasip etsin« diyerek her evi davet eder.

Düğüne gelenleri davul zurna karşılar. Gelenler davulcu ve zurnacıya bahşiş verir. Davul zurna halay çekenlere bile çalıyorsa, gelenleri gördüğünde oynayanları bırakıp gelenleri karşılar. Gelenler aldıkları davetiye (okuntu) karşılığında, gene okuntu denilen hediyeler getirirler. Yakın akrabalar, koyun keçi gibi düğün sahibine yardım getirirler.

Cuma günü özellikle, gençlerin yoğun oynadığı gündür. Yaşlılar muhabbet meclisleri oluşturur, kendilerince neşelenirler.

Gelin gelecek eve ya da köye uzaksa, Cuma günü akşam ekmekçi ya da yemekçi ya da kınacılar denilen bir grup gider. Maksat gelin almaya gelenlere yiyecek yemek hazırlamaktır. Gelin olacak kızın kınasını yakmak gelin olmaya hazırlamaktır. Ama genellikle Cumartesi günü giderler. Geline giydirilecek elbiseyi ve kınayı alıp gelin evine giderler. Yemekleri yapar, gelinin ellerini kınalarlar. Gelin almaya gelenlere yemek verilir. Gelinin köylüleri de o gün gelin evine geleceği için epey yemek yapılır.

Akşam gelin olacak kızın ellerine kına yakılır. Eskiden pek öyle özel bir şeyler yapılmazmış. Herkes dağılınca yatma zamanı, gelin olacak kızın ellerini annesi ve yakın arkadaşları kınalarlarmış.

Pazar günü gelin almaya ,oğlan tarafından gelirler. Gelirken gelin tarafından gençlerden bayraktarlar da oluşur.

Bayraktarlar: Bu konuyla ilgilenenlerden birkaç kişi, sopaya takılmış bir bayrak ile gelin almaya giden topluluk ile beraber gider. Bunlara samen ya da samenler de denir. Oğlan tarafından gelenleri, kız tarafındaki bayraktarlar grubu, yolda karşılar. Karşılıklı sual sorar, cevap beklerler.

Örneğin,

Kim indirdi gökten yere kelamı
Kim götürdü yerden göğe selamı
Yerde insan gökte melek yok iken
Cenabı hak kime verdi selamı

Cevap beklerler,

Örnek

Hey bayağı bayağı
Elindedir dayağı
Bir çuval karıncanın
Kaçtır eli ayağı
 
Hey bayağı bayağı
Elindedir dayağı
Bir çuval karıncanın
Kitaptır eli ayağı

ya da

Mim üstünde mim durur
Cim üstünde cim durur
Ali gazaya giderken
Sağ yanında kim durur
 
Mim üstünde mim durur
Cim üstünde cim durur
Ali gazaya giderken
Sağ yanında Cebrail durur

Ya da esprili olur,

Dam başında arılar
Birbirini korular
Samenlere nazar etmeyin
Tusba burunlu karılar

Soru cevaplardan sonra yenen, karşı tarafın bayrağına el koyar. Ama karşılığında bir tavuk ya da benzeri bir şey alarak geri verir.

Bu sırada davullar zurnalar oğlan tarafından gelenler gelenekleri yerine getirirler. Önce, sini çıkarma işi.

Sini çıkarmak: 3 tane tepsi, birine, çerez (kuru üzüm, leblebi, fındık, fıstık gibi şeyler) üzerine gelinlik, elbiseleri konur. Birine, gene çerez üzerine tozak ve areçin (bunlar, gelin olanın kafasına takılan gelenek selleşmiş sepetten yapılan taç benzeri ve etrafına sarılan, bağlanan şeyler.) Tepsinin üçüncüsüne gene çerez, üzerine, iç elbisesi ve yelek konulur.

Siniler muhtarın evinden, kız evine 7-8 yaşlarındaki çocukların kafaları üstünde, kadınlar tutunarak getirirler. Bayraktarlar, salavat çekilerek kız evine getirirler. Kız evinde kapıyı kilitlerler, düğün kahyası para verir açtırır. Siniler kız evine bırakılır. Kız saklama olayı vardır.

Oğlan tarafından gelenler kadınlar, onlara yenge denir. Gelin kızı bulmaya gelirler ama gene kapı kilitlenir. Düğün kahyası bahşiş verir açtırır. Kız, samimi arkadaşlarından birinin evinde saklanır. Bu olay gelin olacak kızın arkadaşlarıyla beraber sıraya dizilirler. Üzerleri çarşaflarla kapatılır. Oğlan tarafından gelen yengelerin, bir defada gelin olacak kızı bulmaları gerekir. Bir defada bulamazlarsa, gelin olacak kızın arkadaşları bahşiş alırlar. Bir defada bulurlarsa bahşiş almazlar.

Gelin olacak kızı salavat vererek babasının evine getirirler. Köyün kadınları, gelinin elbiselerini, gelinliğini giydirirlerken, erkekler kurulan sofralarda yemeklerini yerler. Zaten bütün düğüne gelen herkese yemek verilir.

Gelinin elbisesini giydirirken söylenen, şiirsel, mani türü, dualar vardır. Bunu bilen ve söyleyebilen kişiler vardır.

Önce entarisi giydirilir, giydirenler şunları söyleyerek giydirirler.

Atlet giydirirken,

Kim eğirdi kim dokudu bu libasın bezini
Şit Peygamber eğirmiştir dokumuştur bu libasın bezini
Sultan Süleyman’a sürdü yüzünü
Verelim Muhammet’in canına salavat sellali salavat

Yelek giydirilirken şunu söylerler,

İşte geldi kuduretten yeleği
Amin deyin kabul olsun dileği
Gök yüzünde pervaz dönen meleği
Verelim peygamberin canına salavat sellali salavat

Eşarp örtülürken şunu söylerler,

Geldi kondu devlet tacı başına
Kim karışır yaradanın işine
Mevlam ömür versin yiğit başına
Verelim peygamberin canına salavat sellali salavat

Şalvar giydirilirken şunu söyler,

İşte geldi kuduretten tumanı
Gidi Yezit kaldırmadı gümanı
Her nereye gitse bulmaz amanı
Verelim peygamberin canına salavat sellali salavat

Kuşak (Kemer) bağlanırken şunu söylerler,

Kuşak kuşatmak kimden kaldı uludan
Pirim Hünkar Hacı Bektaş Veli’den
Kuşatalım kuşağı uğrumuz hayırdan
Verelim peygamberin canına salavat sellali salavat

En sonrada, gene bir eşarp gibi kırmızı renkli bez örtülür. Buna al denir. Şu söylenir:

İşte geldi kuduretten yağlığı
Her kuluna nasip eyle beyliği
Allah cümlemize versin sağlığı
Verelim peygamberin canına salavat sellali salavat

Ve gelin başı övmek başlar. Gelin ayaktadır. 2 kişi kolundan tutarak, hafifçe sağa sola sallayarak şunu söylerler:

Anam seni orta yere dikerler
Parmağına altın yüzük takarlar
Sen güzelsin seni bize yakarlar
Muhammet’in düğünü var cennette Allah evinde
 
Hatice Ana boğum boğum bağladı
Fatıma ana zari zari ağladı
Muhammet kızını gelin eyledi
Muhammet’in düğünü var cennette Allah evinde
 
Ayağına giymiş nurdan nalini
Gider cennet bahçesinde salini
Biri Meryem biri Asiye gelini
Muhammet’in düğünü var cennete Allah evinde
 
Kınacığın altın tasta ezildi
Ak alnına kara yazı yazıldı
Emmi Dayı figan edip üzüldü
Ol habibin düğünü var cennete Allah evinde
 
Cumayı gecesi konan konuklar
Hakka yakın olur bağrı yanıklar
Gelin hey erenler benzi soluklar
Ol Habibin düğünü var cennete Allah evinde
 
Gelin hey erenler bizde varalım
Muhammet’in divanına duralım
Ol Muhammet sağdıç olmuş görelim
Muhammet’in düğünü var cennete Allah evinde

Sonra gelin diz üzeri gelir, son örtünen al denilen eşarp iki kişi tarafından dört ucundan tutularak, üzerinde yavaşça indirip kaldırılarak şunlar söylenir:

Atladı geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Büyük evin yakışığı
Ayrılık yavrum ayrılık
 
Elimi soktum astara
Elimi kesti testere
Allahım şirin göstere
Ayrılık yavrum ayrılık
 
Baban pazara vardı mı
Al ile yeşil aldı mı
Şu da yavrumun dedi mi
Ayrılık yavrum ayrılık
 
Çıktım yolun kıyısına
Bindim atın iyisine
Çağrın emmi dayısına
Ayrılık yavrum ayrılık

Kardeşlerinden büyüğü, gelir ve geline kuşak bağlar.

Bunlar ağıtımsı bir havayla söylendiği için, gelin olan kız ve yakınları ağlarlar. Ağlaya ağlaya, oradaki yakınlarıyla vedalaşır.

Gelin gideceği eve gitmek için baba evinden ayrılıyordur. Davul zurna ağıt makamları çalıyordur.

Eski zamanlarda, gelin ata bindirilerek getirilirdi. Gelin at ile gelir kendi evinden gelin olduğu eve. Ama mezarlığın çevresini dolandırırlar. Gelin mezarlıkta iken yüksüğünü gençler alır. Birisi alır ve yarışa koşarlar, kim geçerse, geçerken yüksük kimdeyse yüksüğü geçene vermek zorunda, yüksüğü damada verirler ondan hediye alırlar.

Gelin gelirken yolda önünü kapatıp bahşiş alırlar. Buna urgan tutmak denir. İster 5-6 kişi elele tutup yolu kapatır, ister bir kalın urgan ya da sicim gibi bir şeyle birkaç kişi kapatır. Düğün kahyası gelir bahşişte anlaşırlar yolu açarlar.

Eve gelince, evin önünde çömlek kırarlar. Kötü huyları kötü alışkanlıkları geldiği evde kalsın diye. Kapının girişinde kapının üstüne yağ çaldırırlar, eve yağ gibi yapışsın diye. Oklava evreğeç gibi şeyler verilir işçimen olsun diye.

Gelin eve gelir ama damat, sağdıç evindedir. Orada güveyi donatmak denilen olay, yani damadı hazırlamak olayı gerçekleştirilir. Zaten damat gündüzden banyosunu yapmış, tıraşını olmuştur. Gelini getirip evine bıraksa da akşamı beklemeye sağdıcın evine gider. Orada güveyi donatmak denilen işlem yapılır. Bilen birisi bu işi yapabilir. Önce, »Evvel dua edelim ol Allah’ın varlığı için, Muhammet Mustafa ruhu için Kazalar belalar defi için, Bu evliliğin mübarekliği için, Allah rızası için, Fatiha« denir ve fatiha suresi okunur. Damat, ceket, gömlek, şapka gibi dış giysilerini çıkarmıştır. Önce gömleği giydirilir. Şunu okuyarak: »Gelen geçti konan göçtü, Cennetin kapısın kim açtı? Cömertler açtı, Abu hayatı kim içti? Hazreti Hızır içti, ya bu donu kim biçti? Hazreti İdris biçti, Hazreti İdris aleyhisselam ruhuna, ettiği ibadet sevabına, din gayretine, İslam kuvvetine, hükümetimizin ayami ömrü devletine, aşk ile diyelim bir Allah, Allah anlı bütün yiğitlerin ömrü uzun ola verelim Peygamber canına Muhammet’e salavat, Sallu ala Muhammet« der ve orada bulunanlar salavat getirirler. (Salavat; Allahumme salli ala Muhammet ve Ali Muhammet.)

Gömleği giydirilirken,

»Evvelce diyelim ol Allah için mübarekliğine fazılı bismillah hayırlar fetheyleye, Hayran ilahi, kefil olma ben-i adem unutma yüce dergahı ki lütfü edip kullarına habib gönderdi, ol şahı biz severiz, derunundan, Muhammet Mustafa’ya, ol bedri mahi onun yüzü suyu hürmetine verelim Peygamber canına Muhammet’e salavat.« Herkes salavat verir.

Hançere (bıçak) takarken,

»Hançer eder ben varım, koltuk altıdır durağım, kafa kafaya gelince yine ben sana gereğim, beli hançerli yiğitlerin ömrü uzun ola, verelim Peygamber canına Muhammet’e salavat.« Herkes salavat verir.

Kavuk (şapka) giydirirken,

»Kimdir ol dinin direği, şeriatın beyi, ahir zaman peygamberi hatemel nebiyi hatemel enbiya ruhuna, beş vakit sevabına, din gayretine, İslam kuvvetine, hükümetimizin ayami ömrü devletine, aşk ile diyelim bir Allah, Allah, kim karışır ol hüdanın işine hak ömürler versin yiğit başına, işte devlet tacı geldi kondu başına, başı devletli yiğitlerin ömrü uzun ola verelim Peygamber canına Muhammet’e salavat.« Herkes salavat verir.

Giyeceklerinin tamamı giydirilir, arkadaşları koluna girerek Yunus Emre’nin deyişini hep bir ağızdan sesli şekilde söyleyerek damadı evine götürürler.

Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyi deyi
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyi deyi
 
Salınır tuba dalları
Kuran okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyi deyi
 
Kimi yiyip kimi içer
Hep melekler rahmet saçar
İdris Nebi hulle biçer
Diker Allah deyi deyi
 
Altındandır direkleri
Gümüştendir yaprakları
Uzadıkça budakları
Biter Allah deyi deyi
 
Ay’ dan aydınlık yüzleri
Şeker’ den tatlı sözleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyi deyi
 
Hakka aşık olan kişi
Akar gözlerinin yaşı
Pür nur olur içi dışı
Söyler Allah deyi deyi
 
Ne dilersen haktan dile
Kılavuzla gir bu yola
Bülbül aşık olmuş güle
Öter Allah deyi deyi
 
Açıldı gökler kapısı
Rahmetle dolu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyi deyi
 
Rıdvan dürur kapı açan
İdris dürur hulle biçen
Kevser şarabını içen
Kanar Allah deyi deyi
 
Miskin Yunus var dostuna
Koma bu günü yarına
Yarın hakkın divanına
Varam Allah deyi deyi

Evine getirilir kapıdan içeri sırtına vurarak gelinin yanına gönderirler.

Nikah

Köyümüzde özellikle evlenecek kız ve damat hoca huzuruna pek çıkmazlar. Nikahı hoca şahitlerle kıyar. Belki bir bardak su bulundurulur, gelin ve damada içirilir.

Evlenecek oğlan ve kız yan yana kız sol tarafta olacak şekilde oturur. Üzerlerinde altın, gümüş gibi ziynet eşyaları varsa çıkarılır. Babaları anneleri veya şahit olacak kişiler oradadır. Nikah kıyacak kişi,

»Bismillahirahmanirahim, bismillahi ve billahi ala sünneti resulullah, la havle ve la kuvvete illa billah alüyülazim.«

3 kez kız babasına sorar, »Allahın emri, peygamberin kavli üzere, mezhebimiz iktidası üzre, hazır cemaatın şahadeti ve her ikisinin rızalarıyla, kızınız falan hanımı, falan oğlu filana, anlaştığınız konular üzere vermeyi kabul ediyor musun?« diye sorar. Kabul edildiği söylendikten sonra, aynı soruyu oğlan babasına sorar, »Falan kızı filanı- konuşup anlaştığınız konular üzere Allahın emri peygamberin kavli üzere, mezhebimiz iktidası üzre, hazır cemaatin şahadeti ve her ikisinin razılıklarıyla oğlunuz falana almayı kabul ediyor musunuz?« diyerek soruyu tekrarlar. Kabul edildiği bildirilir. Evlenecek oğlanla kıza da birbirleriyle evlenmeyi kabul edip etmediklerini sorar. Evet cevabı alınca şu duayı okur: »Nikah mübarekliği için hazır bulunan canların sefalığı için, hükümetimizin selametliği için, peygamberimizin pak mutaharrei münevvere ve mukaddes ruhu için, Ali için, evladı için ve ashabı için, Fatiha resule salavat« diyerek fatiha suresi okunur.

Evlenecek oğlan ve kız anne ve babalarının ellerini öperler. Kaynanasının ve kayınbabasının ellerini öperler birbirlerini kutlarlar.

 

Sultan Saklıca ● Giden Yolcuya